3 Kasım 2013 Pazar

Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı? - Mehmet Akif ERSOY


Ya Rab Bu Uğursuz Gecenin Yok Mu Sabahı?




Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!
'Yandık!' diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!

Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında
Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında

Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm;
Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm!

Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i
En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i

Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın
Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın

Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta
Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta?

Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet
Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet?

Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman
Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban?

Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin
Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in?

İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet?
Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet?

Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ?
Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ

Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?

Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân;
İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân!


Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;
Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık

Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın...
Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın

Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi:
Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi

Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted:
Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed!

Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,
Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!

En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından
Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!

İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...
Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!

Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!


4 Cemaziyelevvel 1331 - 28 Mart 1329 (1913)
 
|Mehmet Akif Ersoy

ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM - Mehmet Akif ERSOY

ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git, diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?
Mehmet Akif Ersoy



30 Ekim 2013 Çarşamba

Radio Tarifa - Sin Palabras (Kelimeler Olmadan)

Bir Endülüs şarkısını sizlerle paylaşmak istiyorum..
Derin bi müzik,derin bi şarkı..



Sin Palabras (Kelimeler Olmadan)


Benden uzaklaşma,
Bırak sana bakayım..
Seni yanımda hissedeyim..
Görüyorsun, benden uzaklaşamıyorsun,
Beni bırakıp gidemiyorsun..



Uyanıyorum ve seni görüyorum,
Benim yanımda ve mutlu göründüğünü hatırlıyorum..

Beni izlerken buldum seni,
Gözlerini,
Kelimeler olmadan..
Bakışlar,tebessüm ve her şey

Yeniden hissediyorum..
İnanamıyorum,yeniden doğdum,yaşam…

Beni izlerken buldum seni,
Gözlerini,
Kelimeler olmadan..
Bakışlar,tebessüm ve her şey..

|Radio Tarifa




27 Ekim 2013 Pazar


Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak..

Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.

İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit, “İki el bir baş içindir.”

Davransana… Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?

Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?

Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın?

Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın!

Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan

Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.

Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!

Herkes gibi dünyâda henüz hakk-ı hayâtın

Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın?

Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun.

Ümmîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!

Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar;

Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar

Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: Çözülmez…

En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez!

Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile şirkin;

Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin

Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman,

Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,

Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma;

Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!

Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş…

Sesler de: “Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş!”

Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,

Tek kol da “yapışsam…” demiyor bir tarafından!

Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.

Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar…

Uğraş ki: Telâfi edecek bunca zarar var.

Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır!

Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!

“İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!” deme, yılma.

Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma..



|M.Akif Ersoy



19 Rabîülâhir 1331 – 14 Mart 1329 (1913)

Köşe - Sezai Karakoç (4)


     Köşe

4. 

Taşların ortasında Leylanın gözleri,
Leyla köşe köşe göz göz şiirin ortasında ,
Ben Leylayı bulduğumdan yahut kaybettiğimden beri ,
Leyla ya o adamın bardağında ya o dağın ortasında..

Ben Leyla gibi güneş doğarken uyanamam,
Şehir gece gündüz benim içimde uyur,
Leylayı götürüp Londra'nın ortasına bıraksam,
Bir bülbül gibi yaşayışını değiştirmez çocuktur..

Leyla diyorsam kesik yanaklarıyla Leyla..
Üç köşeli dünyasıyla,
Okuyla yayıyla yaylasıyla acımasıyla,
Leyla diyorsam şu bizim gerçek Leyla..

Biz seni işte böyle seviyoruz Leyla..
O gitti bize ağlamak kaldı kala kala..






|Sezai Karakoç

2 Ekim 2013 Çarşamba

Mustafa Pehlivanoğlu'nun İdamından Önce Yazdığı Mektup

Okuduğum hiç bir mektup beni bu kadar etkilememiştir..
12 Eylül darbesi ardından idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu'nun anne ve babasına yazdığı mektup kadar..
Yaşadıklarını,hissettiklerini,idamının haksız olduğunu bilmesine rağmen teslimiyetini..
Neyse ben anlatmayayım..
O yazmış..





Mustafa Pehlivanoğlu'nun İdamından Önce Anne ve Babasına Yazdığı Mektup


Sevgili anneciğim ve babacığım, sizler beni bu yasa kadar büyüttünüz ve yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları ve suçlarımı affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakkin ve Onun Resulünün, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz. Ben de kardeşim Haydar gibi bir an önce Allah'ın huzuruna çıkacağım. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah'ın huzurunda çekmeye hazırım. Yok, bir yanlışlık sonucu ölümüme karar verenler, idam edenler Allah'tan bulsunlar. Sunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa'lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar. Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakindir. Zafer her zaman Allah'a inananlarındır.

Bunun için hiç üzülmeyin. Cenazemin arkasından ağlamayın, günahtır. Sizden ricam ağlamayın. Anne, sizlerle helalleşmek isterdim, fakat olmadı. Hakkım varsa, hepinize helal olsun, siz de helal edin.

Son olarak, abime, yengeme, yiyenime, bacıma selam eder, haklarını helal etmelerini dilerim.
Nişanlıma da selam eder, Cenab-ı Allah'ın mutlu bir yuva kurması için ona yardımcı olmasını dilerim.

Oğlunuz Mustafa

7 Ekim 1980

                                   Mektubun Orjinali                                    




16 Haziran 2013 Pazar

Buraya ışıkla gel! -A. Ali Ural


                                                               Buraya ışıkla gel!

Gün, bir babanın evinden çıkmasıyla evine dönmesi arasında geçen zamandır. Hiçbir ansiklopedide yazmaz. Baba eve geç döndüğünde uzamıştır gün, erken geldiğinde kısalmış.

Çocukların gün dönümü ise başkadır. Çocuk için uzar gün erken geldiğinde baba, kısalır geciktiğinde. Dünya güneşin etrafında dolanırken eğilmiştir hafiften tevazu ile. Bu yüzden güneşin elleri saçlarına farklı açılardan yaklaşır. Başındaki yapraklar, kar taneleri bundan. Alnındaki terler, kirpiklerindeki polen. Baba mı? O dünyanın etrafında dönmektedir, hafifçe eğmiş başını. Onun mevsimleri ne kadar sıcak. İşte elinde paketlerle eve dönüyor, hasat zamanı. Bir kolundan üzüm salkımları sarkıyor, diğerinden kiraz dalları. Baba eve döndü. Gündönümü. Kaç kere çıktı evden ve kaç kere döndü? Günler kısalmaya başladı sonra. Baba dönemedi eve, bastırdı kış. Dünyanın etrafında başı eğik dolanırken, ne gördüyse yerden kaldıramadı başını. Nereye saklayacağını bilemedi ellerini. Hiçbir sözlük yazmaz. Eli boş çaldıysa kapısını evinin bir akşam baba, dışı kış içi cehennem.





Sözlüklerin yazdığı şudur: "Baba: Çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek." Şöyle yazmalıydı oysa: "Çocuğun dünyaya gelmesinde ve dünyayı algılamasında etken olan erkek." Belki de o babalar kaybolduğundandır. Lokman Hekim, İmam Gazzâli, Nâbî... Kış bastırmış, oğullarına söyleyecek sözleri olan babalardan haber alınamamaktadır. "Ey oğul" diye hitap etmemektedir kimse oğluna. "Ey!" diyecek oğullar da sırra kadem basmıştır. Babalığın yalnız sulbü değil ruhu da sahiplenmek olduğunu bilenler, İmam Gazzâli'nin kapısını çalmak için ellerini sürmüşlerdir tokmağa. O da ne "Ey oğul!" diye bir ses gelmektedir içeriden: "Ey oğul! Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermâyem yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermâye o kadar kıymetlidir ki verilen her nefes artık hiçbir şekilde ele geçmez. Nefesler sayılıdır ve azalmaktadır. O hâlde nefeslerini iyi değerlendir!" Elleri taş kesilen babalar kapıyı çalamaz artık. Kendi evlerine geri dönmeye karar verirler. Fakat yol başka bir zamana taşır onları. Yusuf Nâbî'yle karşılaşırlar. Nâbi "Hayriyye" bahçesinde seslenmektedir oğluna: "Ey isteklerimin sevindiren çerağı! Ey Aziz ve Celil olan ALLAH'ın bağışı oğul! Dünya meşgalesinden önce insan için önemli ve gerekli olan şey budur ki; işlediklerinin daima sonunu düşün ve böylece din evin onarılmış olsun..." Babalar duyar duymaz bu kelimeleri, arkalarına dönüp koşmaya başlarlar, bir an önce varmak için evlerine. Fakat yollar karışır yine ve kendilerini kadim bir diyarda bulurlar. Bu kez Lokman Hekim konuşmaktadır oğluyla: "Oğlum! Dünya dipsiz bir deryadır. Bu deryada senin gemin dingin bir kalple ALLAH'a iman olsun. Geminin donanımı takva ve ibadet, yelkeni tevekkül olsun!" Bu kelimeleri de duydular ya! Ne yapsın babalar? Hangi babaya bağlasınlar gemilerini! Babalar ne yapsın? Evlerine koşsunlar!

Gün bir babanın evinden çıkmasıyla evine dönmesi arasında geçen zamandır. Ve bir gün eve dönmez baba. Gün dönmez. Dünyanın çevresinde başı eğik dolaşan o yorgun yıldız söner. Komşular eve dönmeyen babayı evden çıkarırlar omuzlar üstünde. Baba evden çıkarken çocuğun omuzlarında rütbe. Babanın mirası altın değil, o gümüş yıldız. Baba "Ey oğul!" dediyse "Ey Baba!" diyecektir çocuk. Babanın atına binecektir, aynı üzengiye basarak ayaklarını. Dünyanın ne olduğunu algılamışsa bir kere, babanın uğrayacağı şehirleri dolaşacaktır bir bir. Denizlere gemiler, gemilere kürekler, küreklere eller hibe edecek, gölgeler bağışlayacaktır güneşe. İşte Alparslan'ın oğlu toprağa babasını vermiş yürüyor başı önde. Baba tahttan mezara inmiş. Oğul mezardan tahta çıkıyor. Ve bir gün at üstünde görüyor onu bir meczup. "Amanın!" diyor, "baş aşağı olan şu saltanat şu devran ne güzel şey! Babası gitti; şimdi oğlunun da ayağı üzengide!"





Baba eve erken geldi, uzadı gün. Oğul, üzengiye basıp indi attan. "Baba adam" , " Baba evi"nde, "Babadan kalma" minderde, "babaca" su istedi çocuğundan. Çocuk bir bardak suyla koştu yanına. Bir bardak, su ve çocuk... Çocuk bir bardak su. Baba çağıldıyor. Çocuk şelaleye uzatıyor bardağı. Şelale Bostan'a akıyor. Bostan'da bir ihtiyar gözleri dolu. Çocuğunu kaybetmiş. Ya da başka bir yurda gitmiş izinsiz ondan. Mezarından bir taş koparıyor acıyla. İçi görünüyor kabrin. O dar ve karanlık yere bakınca sarsılıyor baba, yerle bir oluyor her şey. Uçuşuyor dünyada ne varsa. Eğimini kaybediyor dünya. Dört mevsim bir mevsime sığınıyor. Karanlık bir mağaraya. Ta ki rüzgar dinip akıl dönüyor evine ve tanıdık bir ses duyuluyor çukurdan: 
" Baba! Bu karanlık yerden ürküyorsan, buraya ışıkla gel!"

|A. Ali Ural|

14 Haziran 2013 Cuma

Muhsin YAZICIOĞLU – İçim Yanıyor


                                   

Muhsin YAZICIOĞLU – İçim Yanıyor

Allah hepimizi affetsin,bu millet Türk milleti olamaz,
Türk milleti İslam'a bu kadar cahil kalamaz.
Nasıl söylersiniz beyler başörtüsü takılamaz!
Hani özgürlükçüydünüz laiktiniz ne oluyor?
Bu ne düşmanlık kardeşim, yaşadıkça içim yanıyor..

Orda burda millet rahatça fuhuş yapar oldu,
Dinbirliği denildi misyonerlere gün doğdu,
Çene altına takılma sen çoluk çocuk incil okur oldu,
Biz karışıyor muyuz millet etek altı giyiyor,
Bu ne düşmanlık kardeşim gördükçe içim yanıyor..

İslam dini evrenseldir öğren artık Baykal bey,
Zamana ve mekana göre değişmez olur mu hiç öyle şey
Allah'ın emri bu arkadaş türbana yasakta ney?
Bir sor bakalım millete millet ne diyor,
Bu ne düşmanlık kardeşim düşündükçe içim yanıyor..

Okumuş yazmış yazar olmuşsunuz siz nasıl aydınsınız?
Sizden aydın maydın olmaz hepiniz resmen hainsiniz,
Bu millet laikliği bilmiyor(!) siz hocası kesildiniz,
Sizin laikliğinize eminim Atatürk bile gülüyor.
Bu ne düşmanlık kardeşim okudukça içim yanıyor.

301'i değiştirdiniz türklüğü sildiniz
biz sustuk siz üzerimize geldiniz
zaten türk değildiniz de müslüman'da değilmişsiniz
anlaşıldı kurt sustukça meydan ite köpeğe kalıyor.
bu ne düşmanlık kardeşim konuştukça içim yanıyor.

Öğrenci başörtüsü takarsa kopya çekermiş bahaneye bak,
Sen ne işe yarıyorsun lan profesör olacak salak!
Gözün nerede çektirme önüne bak,
Sözüm cümle öğretmenlere değil o laf yerini buluyor.
Bu ne düşmanlık kardeşim sövdükçe içim yanıyor..

Derdiniz milletin kıyafeti mi inancı mı kavrayamadım,
Anayasa mahkemesi başkanı mısın fetva makamı mı anlayamadım,
Kes sesini birader kandırmıyor bu milleti yalanların,
Siz nasıl Müslümansınız lan bunu nasıl mideniz kaldırıyor.
Bu ne düşmanlık kardeşim sordukça içim yanıyor..

Soyunuz ney sizin arkadaş siz nereden geldiniz?
Okul mescidinde namaz kılan öğrenciyi flaş haber verdiniz.
Düşman olunacak din yok İslam'a göz diktiniz.
Uyuma Türk milleti uyuma özün elden gidiyor,
Sen uyudukça benim içim gidiyor..

Gündüz Anıtkabir'desiniz gece mekanınız bar,
Tayyib'e ihtiyacınız yok haddi de değil zinhar!
Eğer İslam emrederse Bahçeli türbanı kendi de takar.
Senin slogan attığın yerde liderin fatiha okuyor,
Bu ne putperestlik kardeşim izledikçe içim yanıyor..

Yıllarca bu milleti karanlığa ittiniz,
40'ta 60'ta 80'de de ittiniz hala itsiniz!
Az bir ses çıkardık tapınağınıza gittiniz,
Suyunuz ısındı beyler ısındı kaynıyor!
Bu ne pisliktir kardeşim temizle temizle bitmiyor..

Tamam tamam sustuk ta! 
Sizde bizi çabuk unuttunuz.
Senelerce bu ülkeyi laiklikle uyuttunuz.
Korkudan az mı hela da tabanca unuttunuz?
Ama ülkücü uyandı artık kurşun sıkmıyor!
Bu ne düşmanlık kardeşim yazdıkça kalemim kanıyor..

Muhsin Yazıcıoğlu (1954; ŞarkışlaSivas - 25 Mart 2009; GöksunKahramanmaraş )




17 Nisan 2013 Çarşamba

BİZİM DE YAŞADIĞIMIZ HAYATTIR KARDEŞİM


BİZİM DE YAŞADIĞIMIZ HAYATTIR KARDEŞİM

bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları



kalbim ağrıyorsa da kardeşim
gönlüm bulanıyorsa
tedirginsem kuşkuluysam
kalın kitapların yazdığına bakarsan
acaip suçluysam
havada ihanet dışarıda sıcak
duvarda yazılar
kalbimizde acılar varsa da
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim





mektubun geldi bugün haziran
kimselere göstermediğin ak saçlarının kıvrımlarından
haberin geldi
haberin geldi iki damla gözyaşın kağıtta
çok bakarsın yağmur yağanda
ıslak ve buğulu camların ardından bilirim
bilirim, acı
nasıl oturur adam yüreğine
ne var yani işte
iyiyim diyorum ya
inan olsun iyiyim anne
insan gerçekten iyi oluyor, iyiyim dedikçe
bak üzülme
yazıyorum bir daha
nolur üzülme
üzülmüyor analar
oğulları üzülmüyorum dedikçe



bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları





       İbrahim SADRİ

3 Nisan 2013 Çarşamba

Gizlesem de asikar etsem de canimsin benim - ŞEYH GALİP

Gizlesem de asikar etsem de canimsin benim


Ey nihal-i işve bir nevres fidanımsın benim

Gördüğüm günden beri hatır-nişanımsın benim

Ben ne hacet kim diyem ruh-ı revanımsın benim

Gizlesem de aşikar etsem de canımsın benim


Derd-i aşkın ben senin bihude ızhar eylemem

Laf edip ah u enini kendime kar eylemem

Hasılı alem bilir bu sırrı inkar eylemem

Gizlesem de aşikar etsem de canımsın benim


Ey gül-i bag-ı vefa malumun olsun bu senin

Har-ı cevr ile sakın terk eylemem piramenin

Ölme var ayrılma yoktur öyle tuttum damenin

Gizlesem de aşikar etsem de canımsın benim


Gahi ikrar eyleyip gahi dönüp inkardan

Aksini seyreylerim ayinede divardan

Gerçi bu suretle pinhan eylerim agyardan

Gizlesem de aşikar etsem de canımsın benim


Beste kıldım saz-ı efkarı o zülf-i sünbüle

Oldu Galib perde-i ahım muhayyer sünbüle

Her çi bad-a-bad bağlandım heva-yı kaküle

Gizlesem de aşikar etsem de canımsın benim


ŞEYH GALİP

Fariğ Olmam -ŞEYH GALİP


FARİĞ OLMAM

Fariğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni
Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni
Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh felek
Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni..

Bend-i peyvend-i dilim ebrû-yı gaddârındadır
Rişte-i cem’iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır
Hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârîndadır
Bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni..

Ey hilâl ebrû dilin meyli sanadır dogrusu
Sû-yı mihrâba nigâhım kec-edâdır dogrusu
Râ kaşından inhirâf etsem riyâdır dogrusu
Yâ sevâb olmuş veya olmuş hatâ sevdim seni..

Bî-gubârım hasret-i hattınla hâk olsam yine
Sohbetin ruh u lebindedir helâk olsam yine
Tîg-i gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine
Hâsılı bî-hûde cevr itme bana sevdim seni..

Gâlib-i dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn’a şalâ
Yüz çevirmem olsa dünyâ bir yana ben bir yana
Şem’ine pervâneyem pervâ ne lâzımdır bana
Anlasın bîgâne bilsin âşinâ sevdim seni..


Günümüz Türkçesiyle..

BIRAKMAYACAĞIM SENİ

Bırakmayacağım seni yüz bin keder versen de bana-aşığım ben sana
Kaderin kalemi böyle yazmış alnıma-aşığım ben sana
Sözümden dönmeyeceğim dokuz tane gök kubbesi dönse bile
Şahidim olsun gökyüzü ve yeryüzü aşk yeminime-aşığım ben sana..

Kalbimin üstündeki zincirler senin gaddar kaşlarından
Beni bağlayan ip senin kıvrılmış siyah kâkülünden
Hastayım, tek sağlık umudum senin baygın gözlerinden
Bir çaresiz derde düştüm-aşığım ben sana..

Ey hilal kaşlı yeni ay gibi, kalbimin dönüşü sanadır doğrusu
Mihraba bakarsam eğer, o yalnız gözlerimin köşesindendir doğrusu
Kaşının ‘râ’ sından geri dönseydim eğer o ikiyüzlülük olurdu doğrusu
Aldırmam bu yanlış olmuş, ya da doğrusu-âşığım ben sana..

Tozsuz toprak olurum yanağındaki kuş tüylerine hasret çekerek yine
Eğer kırıp dökülseydim bütünüyle konuşurdum senin yanağından ve dudağından
Kırılsaydım ortadan ikiye, koparmazdım kendimi senin bakışının kılıcından yine
Ey sevgili bana boşuna işkence etme-aşığım ben sana..

Deli Gâlib’tir adım selam olsun Ferhâd’a ve Mecnûn’a!
Yüz çevirmem ben senden dünya olsa bir yanda, ben bir yanda
Pervaneyim kandiline, ne gereğim var benim umutsuzluğa?
Hem yabancı anlasın hem de dost bilsin bu gerçeği-aşığım ben sana.. 

1 Nisan 2013 Pazartesi

Veda (Necip Fazıl Kısakürek)

 Veda



Elimde, sükutun nabzını dinle,
Dinle de gönlümü alıver gitsin!
Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle,
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!

Yürü, gölgen seni uğurlamakta,
Küçülüp küçülüp kaybol ırakta
Yolu tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!

Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru yaprak gibi eline düştü,
İstersen rüzgara salıver gitsin!
(1923)
Necip Fazıl Kısakürek

25 Mart 2013 Pazartesi

Muhsin Yazıcıoğlu'nun Yaşam Öyküsü


Muhsin Yazıcıoğlu'nun Yaşam Öyküsü

Muhsin Yazıcıoğlu, 1954 yılında Sivas'ın Sarkışla ilçesi Elmalı Köyü'nde bir çiftçi ailesinin oğlu olarak doğdu. İlk ve orta öğrenimini Şarkışla'da yaptı. 

Yüksek öğrenimini yapmak üzere 1972'de Ankara'ya geldi. Üniversite tahsilini, Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nde tamamladı. 

1968'de cemiyet (dernek) çalışmalarına başladı. Şarkışla'da Genç Ülkücüler Hareketi'ne katıldı. Ankara'ya geldikten sonra ise, Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde görev yapmaya başladı. Sırasıyla; Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı ve Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptı. (1977-78). 

1978'de faaliyete geçen Ülkücü Gençlik Derneği'nin kurucu Genel Başkanı oldu. 1980 yılına kadar MHP'de Genel Başkan Müşavirliği görevinde bulundu. 

12 Eylül 1980'de yapılan askeri darbenin ardından, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanığı olarak cezaevine konuldu. 5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl Mamak Cezaevi'nde kalan Muhsin Yazıcıoğlu, 7,5 yıl cezaevinde kaldığı bu davadan herhangi bir ceza almadı. 




Cezaevinden çıktıktan sonra, mağdur olmuş ülkücülere ve onların ailelerine yardim amacıyla kurulan Sosyal Güvenlik ve Eğitim Vakfı'nın başkanlığını yaptı. 

1987'de arkadaşları ile birlikte MÇP'de siyasete girdi. MÇP'de Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulundu. 

1991 genel seçimlerinde üç partinin oluşturduğu ittifak bünyesinde, milletvekili adayı oldu. “O, inançlarınızı Meclis'e taşıyacak” sloganıyla, Sivas'tan milletvekili seçildi. 

1992 yılı Temmuz ayında, “içinde bulunduğu partinin siyasi anlayışıyla uyuşamadığı için” bir grup arkadaşı ile birlikte MÇP'den ayrıldı. 29 Ocak 1993 tarihinde Büyük Birlik Partisi kuruldu ve bu partinin Genel Başkanlığına seçildi. 

24 Aralık 1995'te yapılan erken genel seçimlerde ANAP-BBP ittifakından 20. Dönem Sivas milletvekili olarak, yeniden meclise girdi. 28.02.1996 tarihinde ANAP'tan istifa ederek, BBP'ye döndü. 



26 Nisan 1998'de yapılan 3. Büyük Kurultay'da, 8 Ekim 2000 tarihinde yapılan 4. Büyük Kurultay'da, 2 Haziran 2002 tarihinde yapılan 1. Olağanüstü Büyük Kurultay'da,20 Temmuz 2003 tarihinde yapılan 5. Olağan Büyük Kurultay'da,30 Nisan 2006 tarihinde yapılan 6. Olağan Büyük Kurultay'da ve 15 Nisan 2007 2.Olağanüstü Büyük Kurultayda tekrar BBP Genel Başkanlığına seçilmiştir. 



22 Temmuz Erken Genel seçimlerinde BBP'nin seçimi protesto etmesi sebebiyle partisinden istifa ederek Sivas'tan bağımsız milletvekili adayı olup 23. dönem milletvekilliğine seçilmiştir.Daha sonra BBP'ye katılarak TBMM'de Büyük Birlik Partisi Sivas Milletvekili olarak BBP'yi Meclis'te temsil etmiştir.19 Ağustos'ta yapılmış olan BBP'nin 3.Olağanüstü Büyük kurultayında tekrar Genel Başkan olmuştur. 



Muhsin YAZICIOĞLU, evli ve iki çocuk babasıydı..




Helikopter kazası 


25 Mart 2009 tarihinde, Kahramanmaraş mitinginden Yozgat-Yerköy mitingine hareket etmek üzere içinde bulunduğu helikopter bilinmeyen bir sebepten dolayı düştü.


Helikopterin düşüşünden sonra enkazı arama çalışmaları 46 saat sürdü.
Helikopterin düşüşü ve Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümüyle ilgili çeşitli şüpheler devam etmektedir ve henüz aydınlatılamamıştır.

28 Mart 2009 tarihi ve saat 14:10'da BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu'nun yaptığı açıklamaya göre, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekiler vefat etmişlerdir. Kendisi daha önce on yedi defa trafik kazası geçirmişti ancak bunların hepsini hafif sıyrıklarla atlatmıştı.

Muhsin Yazıcıoğlu'nun cenazesi ölümünden 6 gün sonra 31 Mart 2009 tarihinde Kocatepe Camii'nde düzenlendi. TBMM'deki törende Yazıcıoğlu'nun Türk bayrağına sarılı naaşının üzeri çiçeklerle süslendi. Cenaze törenine basın mensupları dâhil yaklaşık 700.000 kişi katıldı. Vasiyeti üzerine cenazesi, Taceddin Dergahı'na gömülmeyi vasiyet ettiği için bir bakanlar kurulu kararı çıkarılarakMehmet Âkif Ersoy müzesi olarak kullanılan dergahın bahçesine defnedildi.



MUHSİN YAZICIOĞLU'NUN SON KONUŞMASI

Muhsin Yazıcıoğlu, Karaman’da yaptığı konuşmada Büyük Birlik Partililere ölümü şöyle anlatmıştır:

“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nereden geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz.
Bir saniyesine bile hakim olamadığımız, hükmedemediğimiz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da milletle olmayacağız. Yarın Ahirette Allah bize ‘niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz. 


23 Mart 2013 Cumartesi

Bab'Aziz Filminden Ölüm Tasviri

Bab'Aziz Filminden Ölüm Tasviri

Anne karnında karanlıktaki
bebeğe denseydi ki:

"Dışarıda aydınlık bir dünya var,
yüksek dağlarla dolu,
Büyük denizleri olan,
dalgalanan düzlükleri olan,
çiçekleri açmış güzel bahçeleri olan,
dereleri olan,
yıldızlarla dolu bir gökyüzü
ve alevli güneşi olan...
Ve sen, bu mucizelerle yüzleşmek yerine,
Karanlıkla çevrilmiş oturuyorsun... "

Doğmamış çocuk,
bu mucizeler hakkında hiçbir şey bilmediği için,
hiçbirine inanmayacaktır.
Tıpkı ölümü karşılarken bizim gibi.
İşte bu yüzden korkarız.


21 Mart 2013 Perşembe

'18 Mart 2013 Hacettepe olayları' başlıklı yazımın basında yansımaları

18 Mart 2013 tarihinde okulumuz Hacettepe Üniversitesi'nde meydana gelen olayları yine bu blog üzerinden paylaşmıştım: ( http://ogenc.blogspot.com/2013/03/18-mart-2013-hacettepe-olaylar.html )

Bu haber daha sonra binlerce kişiye ulaştı ayrıca ben de bir çok gazeteciye olayların aslını yazdığım bu haberi e-mail atmıştım.Şimdi blogumdaki yazıyı paylaşan ulaşabildiğim basın organlarının linklerini paylaşıyorum:

1) http://www.internethaber.com/universiteye-ocalan-tatili-geldi-514687h.htm
2) http://www.aktifhaber.com/teror-orgutlerinden-hacettepede-isbirligi-754340h.htm
3) http://www.habergeliyor.net/hacettepede-teror-propagandasi-167330h.htm
4) http://www.analitikbakis.com/NewsDetail.aspx?id=60081&name=Teror-Orgutlerinden-Hacettepe'de-Isbirligi
5) http://www.haberform.com/haber/universitelerde-orgut-uyeleri-hangi-universitede-kck-pkk-uyeleri-var-110642.htm
6) http://www.polishaberi.com/guncel/teror-orgutlerinden-hacettepede-isbirligi-h128709.html
7) http://www.gazete2023.com/haber/25788/ankara-hacettepe-universitesinde-pkk-gercegi.html
8) http://www.devletsifresi.com/teror-orgutleri-fink-atiyor.html
9) http://www.gundem724.com/gundem/universiteye-ocalan-tatili-geldi-h757655.html
10) http://www.bitlisgundem.com/haber-1114-Teror-Orgutleri-Fink-Atiyor.html
11) http://www.devletmemuru.org/teror-orgutleri-fink-atiyor.html
12) http://www.migmedya.com/9850-hacettepede-teror-propagandasi.html
13) http://trendypot.com/?p=236115
14) http://www.comuhaber.com/teror-orgutlerinden-hacettepede-isbirligi/
15) http://sonhbr.com/sondakikahaberleri/teror-orgutlerinden-hacettepede-isbirligi.html
16) http://yerlihaber.org/haberdetay/Ankranin-gobeginde-Kck-Pkk-yazilari-_/1341

20 Mart 2013 Çarşamba

Hacettepe Üniversitesi'nde Neler Oluyor?

 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ'NDE NELER OLUYOR?



Öncelikle bu yazıyı okumadan önce aşağıdaki 18 Mart olaylarıyla ilgili olarak yazdığım yazıyı okumanızı öneriyorum. Yine de kısa bir özet geçmek gerekirse 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma konferansını engellemek isteyen sonrasında polise taş atan, okulda terör estiren binalara ve yerlere 'pkk,apo,kck' yazan,rektörlük binasını taşlayan,kütüphaneye büyük zarar veren,güvenlik kulübelerinin camlarını kıran grup bunlar yetmezmiş gibi bir de 20 Mart günü okulda yürüyüş yapmak istediler. Tabi ki bu da illegal yollarla ve yetkili herhangi bir merciden izin almaksızın.

Rektörlük bu provokasyon dolu gösteriyi önce yayımladığı bu yazıyla engellemek istedi:

"21 Mart 2013 tarihinde Üniversitemizde bir yürüyüş yapılacağı duyumu alınmıştır.
5 Eylül 2012 tarih ve 306 sayılı Üniversitemiz Senatosu kararı gereğince (Kişi ve Grupların Üniversitemizde Düzenleyecekleri Etkinliklerde Uyulacak Kurallar) düzenlenecek etkinliklerde 48 saat önceden izin alınması gerekmektedir.
Öğrenci arkadaşlarımızı, önceden izin alınmamış etkinlilere katılmamaları konusunda uyarırız.

Rektörlük"


Bunun yeterli olmayacağı elbette ortadaydı. Çünkü olaylar çıkarken dersine giden veya hasbelkader o sırada o bölgeden geçmekte olan öğrenciler zarar görüyordu. Kimi öğrencilerde insani duyguları istismar etmekte gayet başarılı olan kişilerin çağrılarıyla bir anda kendini bu gösterilerin içinde kalıyordu.

Çok iyi hatırlıyorum daha hazırlık öğrencisi iken böyle gösterilerin birine ben de katılmıştım.
Daha yeni okula gelmiştim ve bu tip gösterilere çok uzaktım.
Gösterideki amaç o dönem ki rektörü protestoydu ve neden olduğunu bile bilmiyordum.

Benim gibi saf niyetle oradan geçmekte olan öğrenciler bir anda kendini bu tip olayların içinde bulabiliyor.
Bu nedenle rektörlük ikinci bir yazı yayımlandı:

"Beytepe Yerleşkemizde 21 ve 22 Mart 2013 (Perşembe ve Cuma) günlerinde sadece lisans öğrencilerimiz için eğitime ara verilmiştir.
Rektörlük"
(link için: http://www.hacettepe.edu.tr/TR,8428/img-srcimagesyenigif--stylewidth25px-important-height13-.html )

Beytepe yerleşkesinde eğitime ara vermek kuşkusuz çok stratejik ve masum öğrencilerin korunması amaçlı.
Ayrıca yapılabilecek provokasyona ve gerçekleşebilecek olumsuz olayları önlemeye yönelikti.
Fakat şu da belirtilmeli ki yürüyüşü gerçekleştirecek ana grup saf öğrenciler ayrıldığında bölücü terör örgütü pkk yandaşı ve destekçileridir.
Elbette ki Hacettepe Üniversitesinde vatanını seven ve her şartta koruyacak,menfaatlerini gözetecek bireyler de bulunmaktadır.
Yapılacak o yürüyüşte milli ve manevi duygularla yürüyüş yapan grubun karşısına ikinci bir grup çıkabilirdi.
Bu da daha sonra anlatılması ve anlaşılması mümkün olmayan sonuçlara sebep olabilirdi

Kuşku yok ki tatilin verilmesiyle birlikte yürüyüşe katılım ciddi şekilde azalacak ve masum öğrenciler değil tamamıyla belli öğrencilerin yürüyüşü halini alacaktır.Ama muhtemelen onların da bir çoğu 'izin' yapacak.

Fakat bu kararda 19 Mart tarihinde meydana gelen Akp genel merkez binası ve Adalet Bakanlığı binasında meydana gelen bombalı saldırıların etkisinin olduğunu düşünmek herhalde yanlış olmaz.
Bu görüş kendi görüşüm fakat zannediyorum ki yürüyüş olması takdirinde gerçekleşecek olaylarla ilgili 'istihbarat' birimlerimiz bilgi geçmiş olabilir.
Yani bu tatilin salt rektörlük tarafından ilan edilmiş bir tatil olmadığı düşüncesindeyim.

İtiraf edilmeli ki bu bir tavizdir. Geçirmekte olduğumuz çözüm sürecinde tasvip edilmeyecek kötü olayların yaşanmasını bizler istemeyiz fakat isteyen çevrelerin olduğu görülmektedir.

Bu dönemlerin toplum olarak sükunet ve huzur içinde atlatılması ve barış ortamının gerçek manada şehirde,dağda,yolda,üniversitelerde ve bu bağlamda Türkiye'nin her karışında sağlanması umuduyla.

Oğuzhan GENÇ - Hacettepe Üniversitesi ( https://twitter.com/Oguzhngenc )

18 Mart 2013 Pazartesi

18 Mart 2013 Hacettepe olayları

18 Mart 2013 Hacettepe olayları

Öncelikle şunu söylemeliyim olaylar asla bir öğrenci protestosu veya tepkisi değildir.
Birazdan yükleyeceğim ve 23.00'da çektiğim fotoğraflar ve gündüz çektiğim fotoğraflardan kararı siz de verebilirsiniz.
Olayların önce nasıl çıktığına gelelim. Hacettepe Üniversitesi K salonunda 18 Mart Çanakkale Şehitlerini anma programı düzenlenmekteydi. Bir grup öğrenci etkinliğin başladığı sıralarda K salonunu doğru yürüyüşe geçti. Bunun ardında güvenlik görevlileri ve polis barikat kurdu. Göstericilerin dağılmaması üzerine polis biber gazı ve tomalardan su sıkmak suretiyle eylemcilere müdahalede bulundu.. 
Olayların yeni başladığı anlarda derse gitmek üzere yoldaydım rektörlük önünden geçerken çektiğim fotoğraflar..


Daha sonrasında içeride etkinlik devam etti ben o sıralarda dersteydim.Daha sonra ara ile birlikte dersten çıkıp etkinliğin bulunduğu K salonuna gittim sonuna yetişme fırsatı buldum. Çanakkale türküsü söyleniyordu Hacettepe konservatuvar öğrencileri tarafından..


Etkinlik bitiminden sonra öğrencilerin ayrı bir şekilde dağılması istendi bu sırada polis hala tedbir amaçlı güvenlik önlemi almış bekliyordu..



Etkinliğin yapıldığı salonun girişinde biber gazından etkilenen polis ve güvenlik görevlilerinin kullandığı su şişeleri ve limonlar..



Göstericiler polisten kaçarak kütüphane,yemekhane ve daha sonra Bam bölgesine yöneldi tabi ki polis de.


Bu sırada ilk durağa giden yol polis tarafından kesildi ve otobüs bekleyen öğrencilerin İİBF önüne gitmeleri istendi.




Bu fotoğrafı çekerken polis bana hemen ilerlememi ve fotoğraf çekmememi istedi.Asla yanlış yaptığını düşünmüyorum orada bizlerin güveliğini sağlayan polislerimize ayrı ayrı teşekkür edilmelidir..









Biraz sonra paylaşacağım fotoğraflara ise yorum yapmak doğru olmaz.Tüm yorumu okuyanlara bırakıyorum.
Eylemi kimin yaptığına siz karar veriniz..
Şuan yurtta internet bağlantım olmadığı için Halux kafeden yazıyorum yan masada olaylar tartışılıyor,aynen aktarıyorum:'Ben gözümle görmesem inanmam bir çanta bulundu içinde bu kadar bıçak vardı(yaklaşık 10cm)














Şimdi son fotoğraflla sizlere soruyorum Hacettepe Üniversitesinde olayları kim çıkardı ve eğer polis müdahalesi olmasaydı K salonunda Çanakkale Şehitlerini Anma Programı düzenleyen öğrencilerin hali ne olacaktı?



OĞUZHAN GENÇ-HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ