16 Haziran 2013 Pazar

Buraya ışıkla gel! -A. Ali Ural


                                                               Buraya ışıkla gel!

Gün, bir babanın evinden çıkmasıyla evine dönmesi arasında geçen zamandır. Hiçbir ansiklopedide yazmaz. Baba eve geç döndüğünde uzamıştır gün, erken geldiğinde kısalmış.

Çocukların gün dönümü ise başkadır. Çocuk için uzar gün erken geldiğinde baba, kısalır geciktiğinde. Dünya güneşin etrafında dolanırken eğilmiştir hafiften tevazu ile. Bu yüzden güneşin elleri saçlarına farklı açılardan yaklaşır. Başındaki yapraklar, kar taneleri bundan. Alnındaki terler, kirpiklerindeki polen. Baba mı? O dünyanın etrafında dönmektedir, hafifçe eğmiş başını. Onun mevsimleri ne kadar sıcak. İşte elinde paketlerle eve dönüyor, hasat zamanı. Bir kolundan üzüm salkımları sarkıyor, diğerinden kiraz dalları. Baba eve döndü. Gündönümü. Kaç kere çıktı evden ve kaç kere döndü? Günler kısalmaya başladı sonra. Baba dönemedi eve, bastırdı kış. Dünyanın etrafında başı eğik dolanırken, ne gördüyse yerden kaldıramadı başını. Nereye saklayacağını bilemedi ellerini. Hiçbir sözlük yazmaz. Eli boş çaldıysa kapısını evinin bir akşam baba, dışı kış içi cehennem.





Sözlüklerin yazdığı şudur: "Baba: Çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek." Şöyle yazmalıydı oysa: "Çocuğun dünyaya gelmesinde ve dünyayı algılamasında etken olan erkek." Belki de o babalar kaybolduğundandır. Lokman Hekim, İmam Gazzâli, Nâbî... Kış bastırmış, oğullarına söyleyecek sözleri olan babalardan haber alınamamaktadır. "Ey oğul" diye hitap etmemektedir kimse oğluna. "Ey!" diyecek oğullar da sırra kadem basmıştır. Babalığın yalnız sulbü değil ruhu da sahiplenmek olduğunu bilenler, İmam Gazzâli'nin kapısını çalmak için ellerini sürmüşlerdir tokmağa. O da ne "Ey oğul!" diye bir ses gelmektedir içeriden: "Ey oğul! Aklı olan kimse nefsine demelidir ki: Benim sermâyem yalnız ömrümdür. Başka bir şeyim yoktur. Bu sermâye o kadar kıymetlidir ki verilen her nefes artık hiçbir şekilde ele geçmez. Nefesler sayılıdır ve azalmaktadır. O hâlde nefeslerini iyi değerlendir!" Elleri taş kesilen babalar kapıyı çalamaz artık. Kendi evlerine geri dönmeye karar verirler. Fakat yol başka bir zamana taşır onları. Yusuf Nâbî'yle karşılaşırlar. Nâbi "Hayriyye" bahçesinde seslenmektedir oğluna: "Ey isteklerimin sevindiren çerağı! Ey Aziz ve Celil olan ALLAH'ın bağışı oğul! Dünya meşgalesinden önce insan için önemli ve gerekli olan şey budur ki; işlediklerinin daima sonunu düşün ve böylece din evin onarılmış olsun..." Babalar duyar duymaz bu kelimeleri, arkalarına dönüp koşmaya başlarlar, bir an önce varmak için evlerine. Fakat yollar karışır yine ve kendilerini kadim bir diyarda bulurlar. Bu kez Lokman Hekim konuşmaktadır oğluyla: "Oğlum! Dünya dipsiz bir deryadır. Bu deryada senin gemin dingin bir kalple ALLAH'a iman olsun. Geminin donanımı takva ve ibadet, yelkeni tevekkül olsun!" Bu kelimeleri de duydular ya! Ne yapsın babalar? Hangi babaya bağlasınlar gemilerini! Babalar ne yapsın? Evlerine koşsunlar!

Gün bir babanın evinden çıkmasıyla evine dönmesi arasında geçen zamandır. Ve bir gün eve dönmez baba. Gün dönmez. Dünyanın çevresinde başı eğik dolaşan o yorgun yıldız söner. Komşular eve dönmeyen babayı evden çıkarırlar omuzlar üstünde. Baba evden çıkarken çocuğun omuzlarında rütbe. Babanın mirası altın değil, o gümüş yıldız. Baba "Ey oğul!" dediyse "Ey Baba!" diyecektir çocuk. Babanın atına binecektir, aynı üzengiye basarak ayaklarını. Dünyanın ne olduğunu algılamışsa bir kere, babanın uğrayacağı şehirleri dolaşacaktır bir bir. Denizlere gemiler, gemilere kürekler, küreklere eller hibe edecek, gölgeler bağışlayacaktır güneşe. İşte Alparslan'ın oğlu toprağa babasını vermiş yürüyor başı önde. Baba tahttan mezara inmiş. Oğul mezardan tahta çıkıyor. Ve bir gün at üstünde görüyor onu bir meczup. "Amanın!" diyor, "baş aşağı olan şu saltanat şu devran ne güzel şey! Babası gitti; şimdi oğlunun da ayağı üzengide!"





Baba eve erken geldi, uzadı gün. Oğul, üzengiye basıp indi attan. "Baba adam" , " Baba evi"nde, "Babadan kalma" minderde, "babaca" su istedi çocuğundan. Çocuk bir bardak suyla koştu yanına. Bir bardak, su ve çocuk... Çocuk bir bardak su. Baba çağıldıyor. Çocuk şelaleye uzatıyor bardağı. Şelale Bostan'a akıyor. Bostan'da bir ihtiyar gözleri dolu. Çocuğunu kaybetmiş. Ya da başka bir yurda gitmiş izinsiz ondan. Mezarından bir taş koparıyor acıyla. İçi görünüyor kabrin. O dar ve karanlık yere bakınca sarsılıyor baba, yerle bir oluyor her şey. Uçuşuyor dünyada ne varsa. Eğimini kaybediyor dünya. Dört mevsim bir mevsime sığınıyor. Karanlık bir mağaraya. Ta ki rüzgar dinip akıl dönüyor evine ve tanıdık bir ses duyuluyor çukurdan: 
" Baba! Bu karanlık yerden ürküyorsan, buraya ışıkla gel!"

|A. Ali Ural|

14 Haziran 2013 Cuma

Muhsin YAZICIOĞLU – İçim Yanıyor


                                   

Muhsin YAZICIOĞLU – İçim Yanıyor

Allah hepimizi affetsin,bu millet Türk milleti olamaz,
Türk milleti İslam'a bu kadar cahil kalamaz.
Nasıl söylersiniz beyler başörtüsü takılamaz!
Hani özgürlükçüydünüz laiktiniz ne oluyor?
Bu ne düşmanlık kardeşim, yaşadıkça içim yanıyor..

Orda burda millet rahatça fuhuş yapar oldu,
Dinbirliği denildi misyonerlere gün doğdu,
Çene altına takılma sen çoluk çocuk incil okur oldu,
Biz karışıyor muyuz millet etek altı giyiyor,
Bu ne düşmanlık kardeşim gördükçe içim yanıyor..

İslam dini evrenseldir öğren artık Baykal bey,
Zamana ve mekana göre değişmez olur mu hiç öyle şey
Allah'ın emri bu arkadaş türbana yasakta ney?
Bir sor bakalım millete millet ne diyor,
Bu ne düşmanlık kardeşim düşündükçe içim yanıyor..

Okumuş yazmış yazar olmuşsunuz siz nasıl aydınsınız?
Sizden aydın maydın olmaz hepiniz resmen hainsiniz,
Bu millet laikliği bilmiyor(!) siz hocası kesildiniz,
Sizin laikliğinize eminim Atatürk bile gülüyor.
Bu ne düşmanlık kardeşim okudukça içim yanıyor.

301'i değiştirdiniz türklüğü sildiniz
biz sustuk siz üzerimize geldiniz
zaten türk değildiniz de müslüman'da değilmişsiniz
anlaşıldı kurt sustukça meydan ite köpeğe kalıyor.
bu ne düşmanlık kardeşim konuştukça içim yanıyor.

Öğrenci başörtüsü takarsa kopya çekermiş bahaneye bak,
Sen ne işe yarıyorsun lan profesör olacak salak!
Gözün nerede çektirme önüne bak,
Sözüm cümle öğretmenlere değil o laf yerini buluyor.
Bu ne düşmanlık kardeşim sövdükçe içim yanıyor..

Derdiniz milletin kıyafeti mi inancı mı kavrayamadım,
Anayasa mahkemesi başkanı mısın fetva makamı mı anlayamadım,
Kes sesini birader kandırmıyor bu milleti yalanların,
Siz nasıl Müslümansınız lan bunu nasıl mideniz kaldırıyor.
Bu ne düşmanlık kardeşim sordukça içim yanıyor..

Soyunuz ney sizin arkadaş siz nereden geldiniz?
Okul mescidinde namaz kılan öğrenciyi flaş haber verdiniz.
Düşman olunacak din yok İslam'a göz diktiniz.
Uyuma Türk milleti uyuma özün elden gidiyor,
Sen uyudukça benim içim gidiyor..

Gündüz Anıtkabir'desiniz gece mekanınız bar,
Tayyib'e ihtiyacınız yok haddi de değil zinhar!
Eğer İslam emrederse Bahçeli türbanı kendi de takar.
Senin slogan attığın yerde liderin fatiha okuyor,
Bu ne putperestlik kardeşim izledikçe içim yanıyor..

Yıllarca bu milleti karanlığa ittiniz,
40'ta 60'ta 80'de de ittiniz hala itsiniz!
Az bir ses çıkardık tapınağınıza gittiniz,
Suyunuz ısındı beyler ısındı kaynıyor!
Bu ne pisliktir kardeşim temizle temizle bitmiyor..

Tamam tamam sustuk ta! 
Sizde bizi çabuk unuttunuz.
Senelerce bu ülkeyi laiklikle uyuttunuz.
Korkudan az mı hela da tabanca unuttunuz?
Ama ülkücü uyandı artık kurşun sıkmıyor!
Bu ne düşmanlık kardeşim yazdıkça kalemim kanıyor..

Muhsin Yazıcıoğlu (1954; ŞarkışlaSivas - 25 Mart 2009; GöksunKahramanmaraş )